Hijyen’ce
Yenilikler Pazarın İhtiyacına
Göre Desteklenmelidir
Aroma’dan “Şeker ilavesiz, %100 Meyve Suyu
Karışımı” ile Bir Adım İleride..
Aroma
Meyve Suları, ülkemiz meyve suyu sektörünün önemli şirketlerinden biridir. Hele
birçok yenilikte ve tetrapak ambalaj üretimi kapasitesi bakımından açık ara bir
numara demek yanlış olmaz. Dahası Aroma, meyve suyu sektörünün trendlerini
yakından takip etme ve bunları hayata geçirme konusunda da sektörün lokomotif
kuruluşudur.
Geçtiğimiz
günlerde MEYED’in (Meyve Suyu Endüstrisi Derneği) öncü olduğu E330 -sitrik
asit- yerine limon suyu kullanımı bir anda dikkatleri tekrar meyve suyu
sektörüne çekti. Tüketiciler, “meyve suyu”, “meyve nektarı”, “meyveli içecek”
vb. bir sürü kavram karmaşası yaşarken bir de E330 yerine limon suyu tartışması,
ortamı iyice bulandırdı. MEYED halkı bu konuda bilgilendirmek için çaba
harcamasına rağmen bizce yetersiz.
İşte
meyve suyu sektörünün “katkılarla” gündemde olduğu bugünlerde, Aroma “sadece”
meyve suyu olan ve ne sitrik asit, ne de limon suyu katkısı içeren yepyeni ürün
grubu “%100 Meyve Suyu Karışımı”nı tüketicilerine sundu. Slogan çok açık “%100
Meyve Suyu Karşımı”, yani “KATKI YOK”, dahası “ŞEKER İLAVESİ BİLE YOKTUR”.
Aroma son noktayı koydu. Geçtiğimiz günlerde piyasaya verilmeye başlayan
“Kayısı-Elma”, “Şeftali-Elma” ve “Vişne-Elma” ile asidite meyve suyularının
içeriğiyle, dışarıdan katkı alınmadan sağlanıyor.
Sonuç
olarak, Aroma Uzmanları meyve suyunda bir değil birkaç adım birden ileri
giderek “dışarıdan katkıya gerek” yok dediler. Maliyet olarak bakıldığında
diğer meyve sularından daha pahalı olacağı kolayca tahmin edilebilir, fakat “gerçek
meyve suyu tüketicisine” sundukları bu “Premium” ürünün bir bedeli de
olmalıdır. Aroma’nın pazarlama konusunda bu kez daha özenli davranmasını ve
öncülüğünü bu konuda da göstermesini bekliyoruz, yoksa sektörde yaptığı bu
devrim niteliğindeki yeniliği “sade bir yenilikten” ileriye gidemez. Tadım
seansları düzenlemesini, reklam kampanyaları ile tüketiciye doğru mesaj
vermesini ve modern pazarlama teknikleri ile de Türk tüketicisine ulaşmasını
bekliyoruz. Aroma Meyve Suları şirketini kutlar, “%100 Meyve Suyu Karışımı”
yeniliği için kendilerine teşekkür ederiz. “Gerçek meyve suyu tüketicilerine”
dikkatine..
--
Tekirdağ’da Köfte Yerken Dikkat..
Son iki
aydır yolumuz sık sık Tekirdağ’dan geçer oldu. Tekirdağ’a uğranır da
“köftesini” yemeden geçmek olur mu! Bizde zaten “olmaz” dedik her seferinde.
Fakat o da ne, beş denemede üç kez “daha önce pişirilmiş, sipariş geldiğinde
sadece ısıtılan köftelere” talim etmemiz bizim iyice keyfimizi kaçırdı. Neden
mi?
1)
Et hijyen açısında en riskli
ürünlerden biridir, pişirildikten hemen sonra tüketilmelidir,
2)
Pişmiş eti saklamak en az çiğ
eti saklamak kadar önemlidir,
3)
Mikroorganizmaların her yirmi
dakikada ikiye katlanarak çoğalmaları “köfte” yerine “hastalık” yemenize neden
olabilir,
4)
O güzelim Tekirdağ köftesinin
tadı gider, yerine “kayışvari” bir et parçası gelir.
Tüm
işletmeler böyledir demiyoruz, içlerinden bazıları ve öyle köşede kalmış
olanlar değil, göze çarpanlardan “daha önceden pişmiş, sipariş verildiğinde
sadece ısıtılarak servis yapma” yolunu maalesef günün belli saatlerinde seçmişler.
Bunun nedeni ne kadar kibarca sorarsanız sorun, bunu asla kabul etmiyorlar ve
size “bu işi bizden daha mı bileceksin” tarzında davranıyorlar. Aslında bunu
tespit etmek çok ama çok kolaydır, dahası bu yaptığınızla sadece kendinize
zarar vermiyorsunuz;
a)
Yeni pişirilen bir gıda
maddesinin içi asla dışından daha soğuk olamaz,
b)
Biraz ağız tadını ve ne
yediğini bilen herkes önceden pişirilmiş ve beklemiş, sonradan ısıtılmış bir
köfte ile yeni pişmiş bir köfteyi ayırt edecek damak zevkindedir, eğer bunu
ayırt edemiyorsanız en kısa zamanda doktora görünmenizde yarar vardır,
c)
Yüzünüze karşı bir şey
söylemeden oradan ayrılan müşteri asla sizin işletmenize bir daha
uğramayacaktır, bunu biz her biri farklı yerlerde olmak üzere üç kez yaşadık ve
hayatımızın sonuna kadar söz konusu yerlere “nefis Tekirdağ köftesi” yemeğe
gideceğimizi sanmıyoruz,
d)
İstanbul’da son zamanlarda
“salaş Tekirdağ köftecisi” muhabbetleri çoğalmaya başladıysa, bilinmelidir,
bunu yapan “büyük ve göze çarpan” işletme sayısı oldukça fazla olup, zararı
artık “temiz, hijyenik, kaliteli Tekirdağ köftesi”ne dokunmaya başlamıştır.
Aman
Tekirdağ’lı köfteciler dikkat, yukarıdakiler şaka değildir, meşhur köftenizi
layık olduğu şekilde yapın ve tüm tüketicilere o şekilde sunun, tüketicilere
bunun farkında..
--
AB Sen Nelere Kadirsin.. Tavukçulukta herkes
“AB Standardında”..
17 Aralık
geçeli yarı yıla yakın oldu, ülkemizde muhabbetlerin çoğu “AB’li” başlayıp öyle
bitiyor. Bilen de konuşuyor, bilmeyen de, Avrupalı gören de yorumlar yapıyor,
görmeye de. Herkes AB’yi işine geldiği gibi kullanıyor. Gazetelere ilan veren
bir vatandaşımız “AB’ye Uyum” başlığı altına “Artık iş fırsatlarını kaçırmak
istemiyorum çünkü 43 yaşındayım” diyor ama “işin ne olduğu” konusunda bir
kelime bile yazmıyor. İşte AB fırsatı!
AB
furyası tavukçuluk sektöründe de uzun yıllardır var. İhracat söylentileri artık
temcit pilavı gibi önümüze gelip duruyor ama ortada Türkiye’nin Gümrük
Birliği’ne girerken söz verdiği ve Avrupa’dan almadığı 19.000 ton kırmızı et
durdukça, ülkemiz kesim haneleri ne kadar sağlıklı olursa olsun AB’ye beyaz et
satışımız olanaksız görünmektedir.
Güzel
yanından bakalım..
Tavukçuluk
sektörü “AB’ye ihracat” havasıyla biraz silkindi ve kendine geldi. Tüketicimiz
bilinçlendi, “beyaz etin ne olduğu”, “hijyenin önemi”, “izlenebilirliği”, “son
kullanma tarihinin esprisi” daha net anladı.
Ülkemizde
AB’ye ihracat için T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Koruma ve Kontrol Genel
Müdürlüğü’nden “Avrupa Birliği İhracat Ön İzin Numarası” alan şirketlerimiz
bunları etiketlerinde haklı olarak kullanırken, diğer üreticiler de “AB
Standartlarında Üretim” yapmakla övünüp etiketlerinde bunları belirterek
pazarda geri kalmamak için mücadele ediyorlar.
Sözün
özü, eğer AB bize bir nebze olsun daha “hijyenik, daha kaliteli” ürün
üretmemize, dolayısıyla tüketmemize yardımcı olmuşsa, ne mutlu AB yolunda
yürüdüğümüze..
--
Kabalak Doğal Kaynak Suyu Bize Öğretsin..
Mart
sayımızda Kabalak Doğal Kaynak Suyu’nun lanse ettiği “hijyenik ‘kullan-at’ pet
ambalaj”ı ile ilgili yazı yazmıştık. Ondan sonra denemek için 19 Litre damacana
su alan bazı okurlarımız haklı olarak bize bu büyük ambalajın kullanıldıktan
sonra çöpe atılması konusunda şirketin kendilerini yönlendirmediklerini
sordular. Sanırım Kabalak Su’yu üreten Yaşam Su Ürünleri San. ve Tic. A.Ş. buna
yanıt olsun diye bir “insert” hazırlamış ve Mayıs ayında hafta sonları
gazetelerle müşterilerine “ambalajla ilgili” bilgiler veriyor. İşin ilginç yanı
19 Litre’lik damacana ambalajı için de “buruşturup çöpe atıyorsunuz” diyerek
geçiştiriyor. Biz denedik hiçte Yaşam Su Yetkilileri’nin dediği gibi 0,5, 1,5
veya 5 Litre’lik ambalajlar gibi buruşturulmuyor. Ya biz bunu beceremedik ya da
bu işin bir tekniği var. Yaşam Su bunu bize bir anlatsa çok memnun oluruz.
Hijyenik olalım derken çevreye zarar vermek istemiyoruz da!
Bir
sonraki sayımızda görüşmek üzere.
Saygılarımızla,
Hijyen’ce